3 Haziran 2014 Salı

Afiş Tasarımında Fransa Ekolü: A.M CASSANDRE

Afiş Tasarımında Fransa Ekolü: A.M CASSANDRE



Afiş, sanat aşığını tatmin etmek için düşünülen benzersiz bir örnek” diyen 1901 Ukrayna doğumlu Adolphe Mouron Cassandre, dönemin politik karmaşasından ötürü ailesiyle birlikte 1915’te Paris’e göç etmek zorunda kaldı. Henüz lise çağında tasarımcı olmaya karar verdi. Ardından Lucien Simon’un bağımsız stüdyosunda çalışmaya başladı. Bu süreci Académie Julian’e kayıt olması izledi. Gerçeküstücülük ve Kübizm akımları çalışmalarına ilham kaynağı oldu. Bu dönemde sadece afiş sanatıyla uğraştı. Afişin karşı konulamaz büyüsüne kendini öylesine kaptırdı ki, geniş kitlelere ulaşma konusunda altın bir fırsat olarak değerlendirdi bu durumu. Afişlerindeki fontları özel olarak tasarladı. Daha sonra bu fontlar onu bambaşka bir tasarım anlayışına yöneltti. 1960’lı yıllarda ‘Art Deco’ biçemi olarak adlandırılan Cassandre’nin Deberny & Peignot hurufat dökümhanesi için 1937’de tasarladığı ‘Peignot’ daha sonra ‘Modernizm’de Fransız estetiği ve inceliğinin en güzel örneklerinden biri olarak değerlendirildi. ‘Bifur’ gibi döneminin tanımış ‘ArtDeco’ font tasarımlarının lisans sahibi olan, berny & Peignot şirketini ele geçirdi. Artık sadece afiş değil font tasarımcısı olarak da adından söz ettirdi. Onun calışmaları farklı bir toplumsal rolü temsil ediyordu. “Ancak Afiş ticari bir göreve sahip olmalı, çok anlaşılır bir dil benimsemeli” diye her defasında tarzını ifade etti.
       


                                                                 



Farklı geometrik düzenlemeler ve Kübik tandanslı calışmalarıyla yeni bir dönemin başlamasına önayak oldu. Kendinden sonra gelen ve çağdaşlarına örnek olacak çalışmalar kazandırdı tasarım dünyasına. Özgün renk kullanımı, kusursuz geometrik şekiller, perspektif unsurların yoğunlukta olduğu çizgilerle ve büyük puntolarla çarpıcı işler yapmaya devam etti. Karakteristik tipografi
kullanımı Cassandre tarzının temellerini oluşturur. Cassandre kompozisyonlarını üç temel üzerine oturtur. Görme işitme ve konuşma. Bu üç etkinin dengeli bir biçimde kullanılması mesajın ulaşmadaki gücünü artıran bir etken. Bunun sebepleri çok anlaşılır.

                       



Zira afiş sanatında öncelikli kriter mesajı alıcılara iletmek. İletişim sürecinde kitlenin dikkatini afişe odaklamak ve gördüklerini zihninde tutmasını sağlamak. Çoğu zaman afişler görüntülü bir iletişim aracından daha çok akılda kalmayı başarabilmişlerdir. Cassandre bu etkiyi yakalamak için büyük görseller, deforme edilmiş hatlarla bir geometrik inşa sürecine girer. Kavramsal bir nüktedanlıkla alıcıyı yakalamadaki başarısı ise tartışılmaz.


                                          




Çalışmalarında fütürizmin dinamik öğeleriyle kübizmin lirik anlatımı kendini gösterir. Hız öğeleri ‘zaman’ın soyut ifadesinde farklı bir form kazanır. Örneğin çok yakından görünen bir tekerleğin dönme hızını, dönerken çıkardığı ses, sarfettiği eforu da ister istemez izleyenin duyularını harekete gerçirir. Bu fütüristlerin çok sık kullandığı öğelerin başında gelir. Bununla birlikte Barok
renk anlayışı da calışmalarına oldukça yoğun bir pellet kullanımıyla vucut bulur. Genellikle dışarı taşan tipografik kullanımı Minimalist bir özellik katmaya çalışır çalışmalarına.



                                 
Tüm bunlarla birlikte Cassandre, metnin tasarımda temel alınmasından yana bir tutum izledi. Ona göre calışmaya hareket
katan şey metindir. Böylece, çizgiler, yüzeyler ve boşlukların ritmik etkileşimini metinlerde oluşturdu. Cassandre grafik tasarımın simgesel, görsel ve iletişimsel formun tipografik çercevesiyle afiş tarihinin öncü ismi olarak önemli bir yer işgal eder. Onun konu aldığı görsel temalar, Bahaus okulunda programın bir parçası oldu. O güzel sanatların tüm dinamik tekniklerini ve onların dinamizmini kaybetmeden kullandı. Kitle iletişimine giden yolu yeni bir görsel sözcük dağarcığına adapte etti.



A.M CASSANDRE:


Cassandre 20. yüzyılın en büyük poster tasarımcılarından biri. Gerçek adı Adolphe Mouron. 1901'de Ukrayna'da doğdu. Ailesi siyasi karışıklıklar nedeniyle Paris'e göçmek zorunda kaldı. Paris Güzel Sanatlar Okulu'nda resim bölümünde okudu. 22 yaşında Cassandre adıyla poster tasarımları yapmaya başladı.
Cassandre'nin posterleri o günlerin müreffeh hayat tarsını karakterize eden yeni lüks taşıtları öven bir nitelik taşıyor. Kübizm ve (Kübizm'in İtalyan çeşitlemesi olan) Fütürizm sanatı tarzında çizdiği “Étoile du Nord” ve “Nord Express” gibi hızlı trenlerin stilize imgelerini yaratmada stensiller ve boya tabancası kullandı.
Cassandre'nin tarzı tipik bir şekilde Art Deco'dur ve yaptığı posterler o dönemin (20'lerin ortalarından 30'ların ortalarına kadar) zihinlerde iz bırakan imgeleri haline gelmiştir.
Cassandre’nin tasarımları 20. yüzyılın ilk yarısındaki reklâm sanatını büyük ölçüde etkileyen. Cassandre, "Bir poster tasarımı yapmak sıradan insanın anlayabileceği bir dille teknik ve ticarî bir poroblemi çözmek anlamına gelir," diyordu. 1926'da Alliance Graphique adlı reklam ajansını kurdu. Bu ajans 20. yüzyılın Fransız tarzındaki birçok klasik tasarımını yarattı.
Dubonnet şarap şirketi için 1932 yılında yaptığı “Dubo Dubon Dubonnet” posterleri, özellikle hızla giren arabalardan okunmak için tasarlanan ilk posterlerdi. Casandre aynı zamanda seri poster fikrini geliştirdi: bu şekilde, birbiri ardınca görülen bir grup poster bütünsel bir fikir veriyordu.
Cassandre, Bifur (1929), Acier Noir (1935) and Piegnot (1937) gibi çeşitli klasik art deco fontlarını yarattı. Posterlerinde, özellikle büyük boyutlarda görüldüğünde daha okunaklı olduğu düşüncesiyle sadece büyük harfler kullandı. Cassandre'nin posterlerinde harfler ayrı bir unsur değildir ama tasarımın bütünsel konseptini yaratmada imgeyle bütünleşiktir.
  

12 Ocak 2014 Pazar

20. yüzyılın başında empresyonizme tepki olarak ortaya çıkmış ve daha çok, resimde kendini göstermiştir. Yazın alanın da, özellikle şairler, ressam Picasso'nun da etkisiyle bir anlayış geliştirmişlerdir. Buna göre şairler, dış dünyayı izleyip olup bitenleri iyi saptamak zorundadır. Onlara göre dünyadaki küçük olaylan ve anlamları yakalamak gerekir "Söylenmemiş olanı", "görülmemiş olanı" gün ışığına çıkarmak, aklın değil düş gücünün yapacağı iştir.
Kübizm Başlıca Özellikleri
. Varlığın, dış görünüşüyle birlikte iç dünyasının betimlenmesi amaçlanmıştır.
. Sanatçılar, anlatımı canlı kılmak için, yapıtlarında duygularla olayları karıştırarak yansıtmışlardır.
Kübizm Temsilcileri: Apollinaire, Max Jacob, Jean Cocteau, Blaise Cendrars
Kübizm Ayrıntılı Bilgi
Kübizm, XX. yüz yılın başında ortaya çıkan ve daha çok resim alanında kendini gösteren, sonradan öteki sanat dallarına da etki yapan, konunun sadece görünen tarafını değil, görünmeyen taraflarını da göstermeye çalışan bir akımdır.1910 yılında kendini göstermeye çalışan kübizm, dört yıl kadar bir ömür sürdükten sonra 1914'de değerini kaybetmiştir. Aslında akım realitesine aykırı düşen ve her şeyi geometrik şekil içinde görmeye çalışan kübizm, 1913 yılından itibaren edebiyat alanına da geçmiştir.
Empresyonizme bir tepki olarak meydana gelen kübizm edebiyata Guillaume Apollinaire 'in gayretiyle girmiştir. Bundan sonra Andre Salmon, Pierre Reverdy , Jean Cocteau, Blaise Cendrars, Mak Jacob gibi şairler, kübizmi edebiyatta kökleştirmeye ve geliştirmeye çalışmışlardır. Fakat bütün gayretlere rağmen kübizmin ömrü uzun olmamıştır.Kübizm, hemen her memlekette zaman zaman denenmiştir. Kendi memleketimizde bile Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra, özellikle resim alanında kübizme bağlı çabalar görülmüşse de köklü bir akım olmak durumuna gelememiştir. Kübizmin dayandığı prensipler sırasıyla şunlardır:
1. Kübizmin, empresyonizme karşısı tepkisi :Empresyonizm, konunun belli bir ışık altındaki görünüşünü, yani doğrudan doğruya kendisini değil de yarattığı du*yumları saptamaya çalışan bir sanat metodudur. Kübizme göre empresyonizm, duyumların, yani sürekli olmayan, gelip geçici şeylerin tasviridir. Kübizm ise, sürekli olan ve değişmeyen özün, tasvirine çaba göstermektedir. Eşyanın dış görünüşüyle birlikte özünün de gösterilmesi gerektir. Örneğin insanın yalnız dış görünüşünü ele almak, onu, sadece bir madde olarak düşünmek olur. Halbuki, o, birtakım fikirlerin ve duyumların da sahibidir. Sanat onun bu tarafını da göstermek zorundadır. O halde olaylarla duyguları birbirinden ayrı olarak düşünmek doğru değildir. Objeyi, yani konuyu bir bütün (kül) halinde tutmak gerektir. Örneğin «Ressam, balkonda bulunan, fakat içeriden görülen bir adamm resmini yapmak istediği zaman, sahneyi pencereden görülen kısma inhisar ettirmeyecek; bilâkis balkondaki adamın sokağa ait bütün duyumlarını da aynı tablonun içerisine yerleştirecektir.» Bu, şu demektir : Hayat, büyük bir olaydır. însan bu olayın içinde birçok şeyi hep birden görmekte ve yaşamaktadır. O da bu büyük olayın içinde olanlardan biridir. Şu halde balkondaki adamı, seyrettiklerinden ayrı olarak düşünemeyiz. Bu adam balkondan, geçen trenleri, otomobilleri, koşanduran insanları, caddeleri, damları, bacaları görmüş; fabrikaların düdüklerini işitmiştir. Hattâ balkondaki adam o anda vücudunu bile unutmuş, seyrettiklerinin içine düşmüş, ya da onların arkasından koşmaktadır. Şimdi nasıl olur da sanatçı, bu adamı, sadece içeriden gördüğü kısmıyla eserine geçirebilir? Halbuki o anda. bu adamın kafasında bir fabrikanın dişlisi, bir otomobilin direksiyon simidi dönmekte; beyninde bir cad*de akmaktadır. Peki, bütün bunları ne yapacağız? Sanatçı olarak bunlara dokunmayacak mıyız? Bunlarsız bir adam nedir? Bütün bunları sorup düşünen kübizmin sanatçısı, insanı dış görünüşü ve duyumlanyla birlikte bir bütün halinde geometrik şekillere bağlayarak sanata getiriyor. Bir ressamın tab*losunda insan, camdan yapılmış içindekileri gösteren bir varlık olarak düşünülüyor ve içinde ne varsa ortaya konuyor. İşte bu düşüncelerle kübizm, empresyonizmin sadece duyumları tasvir etmesini tenkid etmiş, konuyu içi ve dişiyle birlikte bir bütün 'halinde işlemeye çalışmıştır.
2. Kübizmin güttüğü metod :Önce manzara veya olayın geçtiği yer, ana parçalarına ayrılır, sonra bu parçalar sanatçının kişisel görüşüne göre yeniden birleştirilir. Böylece şeyin tümü, aslındaki gibi değil, sanatçının duyumlarına göre geometrik bir karakter içinde şekil alır. Eğer şey, yani konu, tabiattaki şekliyle sanata girse, sanatçının rolü kalmaz. Onun için, önce analiz yardımıyla konu olan şeyin parçaları tanınacak, ondan sonra da sentezle o şey, sanatçının isteğine göre yeniden meydana gelecektir. Kübizmde XX. Yüz yıl başlarındaki toplumlarda görülen sosyal gerginlik ve dengesizliklerin etkilerini bulmak mümkündür. Bu metod edebiyatta da kullanılmış, şairler de şiirlerinde, analiz-sentez metodu ile mısralar sıralamış, peyzajı ve hayatın sahnesini kendi kişisel görüşlerine göre anlatmaya çalışmışlardır.
Resimde Kübizm


1907 den 1914 e süren Kübizmin kuruluş dev*resinde bu akımın önderleri Pablo Picasso, Georges Braque, Juan Gris ve Fernand Leger idi. Kübizm de başlangıçta, Empresyonizm gibi alaya alınmış, anlaşılmamıştı. "Küb", "Kübik" isimleri bu akıma alay olsun diye takılmış, ama gerek eleştirmeciler, gerek*se ressamların kendilerince uygun görülerek kabul edilmişti.
Kübizmi Empresyonizmin doğrudan doğruya bir tepkisi olarak incelemek gerektir. Empresyonizm, tablonun desen arkitektüral yapısını bir yana atarak, sadece atmosfer oyunlarını, güneş ve gölge cilvelerini resmetmek istemiş, form-biçim güzelliğine yer vermemişti. Bir bakıma, yalnız hava oyunlarına da*yanan estetiği formların sertliğini de ele almasına engel oluyordu.
Kübistler ise renk oyunlarını, akislerini, güneş ışığının tabiat içinde uyandırdığı pırıltıları bir yana atarak eşyaların geometrik yapısını ön plâna aldılar.Ancak bu alış, hiç de gerçekçi değildi. Eşyaların -objelerin- boşluk içinde kapladıkları yeri iyice belirtmek için onları parçalıyor, türlü cephelerinden göstermek istiyorlardı. Bu tutum, eşyanın ağırlığını kıymetlendirmek amacı ile o eşyayı parçalamak, ama parçaladıktan sonra resim sanatının araçları ile yeniden yapmak, "inşa" etmek demekti.
Cezanne'ın ve Seurat'nın geometri alanındaki araştırmaları, özellikle Afrika'nın zenci heykelleri Kübist'lere örnek olmuştu. Zenci heykelleri geniş, yontulmamış, törpülenmemiş etkisini uyandıran kaba, düz plânları ile Kübizm temellerine uygun bir plâstik yapıda idiler.
Kübizm'in büyük önderi Picasso çekici bir kişiliğe sahipti. 1881 de İspanya'da, Malağa şehrinde doğmuş, on, on iki yaşlarında iken yetişkin ressam*ları şaşırtacak ustalıkta yağlı boya resimler yapmaya başlamıştı. 1900 de Paris'e geldiğinde, Van Gogh'un, Toulouse-Lautrec'ın eserlerini beğenmişti. 1901 ile 1904 arasında meydana getirdiği "mavi devre" tablolarında Toulouse-Lautrec'ın etkileri görünür. 1905 ile 1906 arası süren "pembe devre" sinde, yirmi beş yaşındaki genç ressamda, Uzak Şark ve özellikle Japon ressamlarından etkiler sezilir. Ama bu romantik devreler uzun sürmeyecekti.
Empresyonizm, Fovizm sönmüşlerdi ve Picasso, yepyeni bir sanat dünyasının, sanata yeni bir cam verecek taze, dinamik bir akımın zamanı geldiğini sezi*yordu. Georges Braque, Kübizm'in ortaya atılışında Picasso'nun en değerli yardımcısı oldu. O kadar ki, Kübizm'in Picasso'dan fazla Braque'ın eseri olduğu söylenir.Picasso, Braque ve onlara katılan Polonya asıllı şair Apollinaire, şair Max Jacob, Derain, Juan Gris, Van Dongen, o sıralarda Montmartre'da, "Çamaşırhane-Gemi" adı verilen tahta bir binada toplanmışlardı. Guillaume Apollinaire, Kübizmi aydın çevrelere tanıtmak, bu akımın teorilerini düzenlemek ödevini üzerine almıştı.Az zaman içinde Kübizmin ana prensipleri belirmeye başlamıştı.
Kübizm, tabiatın, yepyeni bir açıdan ele alınmış bir yorumu idi. Soyut değildi, normal biçimlerle ilgisini kesmemişti. Ama onları serbestçe parçalıyor, geometrik bir düzen, daha doğrusu her tabloya, her konuya göre değişen düzenler içinde dağıtıyor, derliyordu. Kübizm konuya önem vermiyordu. O kadar ki, ilk Kübist tablolar hep aynı temaların, aynı konuların tekrarı gibi idi: Masa üstünde gitara ve mando*lin, gazete parçaları, pipo, tütün paketi, yemiş ve yemişlik, yada palyaçolar, arlökenler. Bu dar çerçeveli konu repertuarı içinde Kübistler, daha fazla gri renklerin egemen olduğu sınırlı bir paletle biçim oyunlarına girişmişler, tabiatın, öncelikle cansız tabiatın yepyeni bir sentezini kurmaya başlamışlardı. Picasso şaşılacak bir el ustalığına sahipti. Bir teknik, bir tarz, bir görüş içine sığamıyor, boyuna değişiyor ve dünya sanatından seve seve, bile bile aldıklarını kendinde birleştiriyordu. Picasso'yu yalnız bir Kübist olarak ele almamak gerekir. O, aynı zamanda, dramatik ifadeli bir ekspresyonisttir de. Nitekim, İspanya iç savaşı sırasında meydana getirdiği büyük kompozisyonlar, hele ünlü "Guernica" sı onu, insan dramı ile yakından ilgili bir sanatçı olarak dünyaya empoze etmişti.
Picasso ve Braque'ın araştırmaları Kübist çer*çeveyi gitgide genişletti. Bu akıma katılanlar, başta İspanyol Juan Gris ve Fernand Leger olmak üzere resim plânında olduğu kadar, bütün süsleme sanatlarında da etkilerini gösterdiler. Kübizmin mimarlık sanatına da yayılması üstünde de durmak gerekir. Kübizm öncelikle bir "düzey sanatı" dır. Tabloyu yalnız iki boyutu içinde ele aldığı, ışık-gölge oyunlarının yardımı ile "derinlik" duygusunu uyandırmaktan kaçındığı için mimarlık sanatının yeni biçimlere bürünmesinde rol oynamıştır. "Kübik mimarî" denilen üslûpların doğrudan doğruya Kübizmin bir sonucu olduğuna şüphe yoktur.
Kübizmin çeşitli akislerini süsleme sanatlarında da görüyoruz. Mobilya desen ve biçimleri, halı, perde, döşemelik motifleri Kübizmden sonra çok değişti. O kadar ki, kimi estetikçi, Kübizmi doğrudan doğruya plâstik değil, "dekoratif" bezemeci bir akım olarak ele aldılar.Durmadan tarz değiştiren Picasso yanında Braque daha ağır, daha klâsik bir ressam. Kübizm prensiplerine bağlılığı onu, sanat hayatı boyunca kendine çizdiği yoldan ayırmadı. Bir "Naturemorte" -cansız tabiat ressamı olarak yaşadı. Bir masa üstüne, yada bir oda içine yerleştirilmiş çeşitli eşyayı bin bir kombinezon, istif tarzları içinde, çok zengin, gri renklerin egemen oldukları bir paletle canlandıran Braque, yalnız Kübizmin değil, çağdaş resmin büyük bir ustasıdır.Fernand Leger, Kübizmi, makine uygarlığı hizmetine verdi. Onun için bir piston, motor aksamı, bir fabrika bacası, lokomotif, otomobil, bisiklet, yada herhangi bir mekanik araç, ağaç, bulut, güneş, dağ, deniz gibi romantik konular kadar güzeldir ve anlamlıdır.
Teorik ve entelektüel Kübizm'in daha duygulu temsilcileri de oldu. Bunlar Kübizm'in geometrik yapısına Empresyonizmin renk oyunlarını da katmak istediler. Roger de la Fresnaye ve Andre Lhote bu hareketin önderidir. Kübizmin ateşli bir temsilcisi olan Andre Lhote genel olarak bu akımın kaçındığı in*san yüzünü, figürünü, hattâ portreyi Kübist teknikle yeniden ihyaya çalıştı.
Kübist ressamlar: Pablo Ruiz Picasso (1881) - Georges Braque(1882-1963) - Juan Gris (1887-1927) - Fernand Leger (1881-1961) - Albert Gleizes (1881-1953) - Jean Met-zinger (1883-1951) - Roger de la Fresnaye (1885-1925) - Andre Lhote (1885-1962).



                                                          PABLO RUİZ PİCASSO
İspanyol ressam. Gerçek adı Pablo Ruiz Picasso'dur. Picasso tanınan en üretken sanatçı ve 20. yüzyılın en önemli ressamlarından biridir. Guiness Rekorlar Kitabı'na göre, toplam 13,500 resim, 100,000 baskı, 34,000 kitap resmi ve 300 heykel ve birçok seramik ve çizim üretmiştir. 1973 yılında eserlerinin toplam değerinin 750 milyon dolar olabileceği tahmin edilmiştir. Sanat dünyasında çığır açanKübizm akımının Georges Braque’la birlikte öncüsüdür.
Pablo Picasso, 25 Ekim 1881 yılında, Malaga’da, resim öğretmeni José Ruiz Blasco ile Maria Picasso’dan doğdu. Dünyaca ünlü olan soyadını annesinden aldı. Baba mesleğine duyduğu büyük ilgiyle küçük yaşta resme başladı.
1891′de La Coruna’da Güzel Sanatlar Okulu’na üstün bir başarıyla devam etti. Daha sonraları gittiği Madrit’te akademik çevrelerden yararlandı; kısa zamanda kendine özgü bir stil kazandı. Barcelona kabarelerinin insancıl ve öncü yaşamı gelişimine büyük katkıda bulundu.
Sanat başkenti Paris’e ilk gidişi, 1900 yılının Eylül ayına rastladı, kısa bir süre, ressam arkadaşı Nöftnel’in atölyesinde kalarak Madrit’e geri döndü. Soler’le birlikte «Arte Joven» dergisini yayınladı. Paris’e tekrar gidişinde, oradaki sanat çevresinin içine girmeyi başardı. Özellikle Coquiot ve Mark Jacop’la arkadaşlık kurdu, bir iki sene içinde, atölyesi, gelişen ve büyüyen sanatkarların buluşma merkezine dönüştü.
Bu huzurlu ortam içinde sanatı «mavi dönem» den «pembe dönem»e geçti. 1905 yılında Fernande Oliver’e bağlandı. Barcelona, Gosol ve Lerida’ya yaptığı yolculukla, eski İspanyol heykel sanatını keşfederek, büyük ilgi duydu. Aynı tarihlerde Matisse’le tanıştı. Onun öncülüğünde, ilkel Afrika sanatının çekiciliğine kapıldı. 1906′da Braque ve Derain’le tanıştı, birlikte bir kübizm öncesi çalışmasına giriştiler. 1909 yazını, Horta de San Juan’da geçirerek kübist peyzajlar çizdi, bunları Vollard’da sergiledi. Eserleri kısa sürede kübizm’in odak noktasını oluşturdu. Fernand Oliver’den ayrıldıktan sonra, birçok tablolarına da modellik eden Marcelle Humbert (Eva)le arkadaşlık etti. 1912-14 yıllarında, kübist tabloları Fransa ve dışında büyük ün kazandı. Münich, Berlin ve Köln’deki enternasyonal sergilerde önemli yer tuttu.
1914 Savaşı’na katılmayarak Paris’te kaldı, yalnız ve acı bir dönem geçirdi. 1915′te Eva’yı kaybetti. 1917′de Jean Cocteau’nun baskılı ısrarlarına dayanamayarak, Parade Balesi’nin dekorlarının yapmak üzere İtalya’ya gitti. Gezinin en önemli yanlarından biri; orada, 1918 yılının Temmuzunda evleneceği, balerin Olga Koklova’yı tanıması, diğeri ise klasik sanatın derin ve çarpıcı yönünü keşfetmesi oldu.
Picasso artık eylemim iki ayrı köprü üzerinde yürütmeye başladı: Gerçekçi bir tutumu yeğleyen «klasizm» ve mantıksal öğelere yönelen «kübizm». 1923 yılında uzun süredir terkettiği heykel çalışmalarına yeniden başladı. 1935′te, kendisine Maria adlı bir kız doğuran Marie – Therese Walter’e bağlandı. Olga Koklova’dan ondört yıl önce, Paul adlı bir oğlu olmuştu.
1936′da, İspanyol İç Savaşı’nın patlaması üzerine, cumhuriyetçilerin tarafını tutarak, Prado’nun Müdürlüğüne atandı. Bu eylemini Guernica adlı ünlü tablosunda, somut olarak belgeledi. 1945′ten sonra özellikle Paris’te yaşamaya başladı ve Dora Maar’la dostluk kurdu.
1946 – 1948 yılları arasında, gittiği Antibe’lerde, yaptığı kil ve seramik çalışmalarında, gerçek bir başarı kazandı. Yeni arkadaşı Françoise Gilot, ona 1947 yılında, Claude adlı bir erkek, 1949′da Paloma adlı bir kız çocuğu düyaya getirdi. 1948′de Vallauris’e yerleşerek altı sene orada kaldı, bu arada Gilot’dan ayrılarak Jacqueline Roque’la ilişki kurdu. Polonya, İtalya ve İngiltere’ye yolculuk yaptı. Tablolarının daima tükenmez bir gençlik hırsı ve heyecanıyla çizmeye devam etti.
Picasso kimi için bir bayrak, kimi içinse bir hedeftir; modem çağın gerçek sembolü, Pandora Vazosundan çağdaş sanatın tüm özlemlerini salıveren bir dahidir.
Picasso’nun en üstün yönü, sade fakat sonsuz özlemleri, hep duygu ve stilin doruğunda gerçekleştirebilmesidir. Yaşama tutkusu, duygusal gerilimi. Picasso’yla beraber, resim sanatına ilk defa, sadece «gerçek» ve onun tutkuları değil, gerçeği kapsamaya yarayacak mantıksal öğeler de girmiştir. Bu yüzden gerçekle, çizilen arasında, görünüş benzerliğinin, onun için, hiç önemi yoktur. «Neden»leri ve «izlenim»leri aramak için doğanın derinliğine yönelmesi gereksizdir. İçindeki duygusal atılımlar, izlenimlerini yorumlamaya yeterli olmaktadır. Picasso aramaz, bulur. Picasso görmez, düşünür.
Kullandığı renkler parlak, yüzeyler geniştir. Şekiller ağır kontürlerle sınırlanmış, fırça darbeleriyle «noktalama» stiline yönelen, gerilimli bir teknik uygulanmıştır. Giderek renkler tek ve yetkili bir maviye dönüşmüş, hüzünlü ve karanlık tonlarda, içli bir durgunluk yansımıştır. İnsancıl konularda, fakir, yaşlı çalgıcılar, körler, kimsesiz zavallı çiftler, ütücüler ortaya çıkmaktadır.
Picasso, yaşantısının son senelerine dek aynı gençlik gücüne, aynı tazeliğe, aynı arayış gerilimine ve aynı sıcak tutkuya sahip olabilmiş tek insandır.













https://www.youtube.com/watch?v=Z0zuYk73JfE


Son attığım link konu ile ilgili videodur. Kolay gelsin.

Mısır Hiyeroglif

Firavun ailesinin ve onlardan öncekilerin gidiş tarzı gibi. Onlar, Rablerinin ayetlerini yalanladılar; biz de günahları dolayısıyla onları yıkıma uğrattık. Firavun ordusunu suda boğduk. Onların tümü zulmeden kimselerdi." (Enfal Suresi, 54)
Eski Mısır medeniyeti, Mezopotamya'da aynı tarihlerde kurulmuş şehir devletleriyle birlikte, tarihin en eski uygarlıklarından biri ve döneminin en ileri sosyal düzenine sahip organize devleti olarak bilinir. MÖ 3000'ler civarında yazıyı bulup kullanmaları, Nil nehrinden faydalanmaları ve ülkenin doğal yapısı sayesinde dışarıdan gelebilecek saldırılara karşı korunmuş olmaları Mısırlılar'ın sahip oldukları medeniyetin ilerlemesine büyük katkıda bulunmuştu.
Ancak bu uygarlık, Kuran'da inkar sisteminin en açık ve net tarif edildiği "firavun yönetiminin" geçerli olduğu bir medeniyetti. Büyüklük taslamışlar, sırt çevirmişler ve inkar etmişler, bunların neticesinde de ileri medeniyetleri, sosyal ve siyasal düzenleri, askeri başarıları onları helak olmaktan kurtaramamıştı.
Mısırlıların sahip oldukları medeniyet, yaşadıkları olaylar hakkındaki bilgileri eski Mısır yazısı olan hiyerogliflerden öğrenmek mümkündür.
18. yüzyıla dek Eski Mısır dilinde yazılmış kitabeler ve yazılar okunamıyordu. Eski Mısır dili hiyeroglifti ve çağlar boyunca








bu dil varlığını sürdürmüştü. Fakat MS 2. ve MS 3. yüzyılda Hıristiyanlığın yayılması ve kültürel etkisiyle Mısır, dinini olduğu gibi dilini de unuttu; yazılarda hiyeroglif kullanımı azaldı ve sona erdi. Hiyeroglif yazısının kullanıldığı bilinen en son tarih MS 394 yılına ait bir kitabedir. Bundan sonra bu dil unutuldu ve bu dilde yazılmış yazıları okuyabilen ve anlayabilen kimse kalmadı. Ta ki bundan yaklaşık iki yüzyıl öncesine dek…
Eski Mısır hiyeroglifi 1799 yılında, Rosetta Stone adı verilen, MÖ 196 tarihine ait bir kitabenin bulunmasıyla çözüldü. Bu tabletin özelliği üç farklı yazıyla yazılmış olmasıydı: Hiyeroglif, demotik (hiyeroglifin el yazısı şekli) ve Yunanca. Yunanca metnin de yardımıyla tabletteki eski Mısır yazısı çözülmeye çalışıldı. Tabletin tüm çözümü, Jean-Françoise Champollion adlı bir Fransız tarafından tamamlandı. Böylece unutulan bir dil ve bu dilin anlattığı tarih aydınlanmış oldu.
Hiyeroglif Yazısındaki Üstün Teknik
"Gizemli, bilinmeyenli çizgiler, resimler, taslaklar, işaretler, şifreler, insanlar, hayvanlar, masal yaratıkları, bitkiler, meyveler, araçlar, elbise parçaları, örgüler, silahlar, geometrik şekiller, dalgalı çizgiler ve alevler. Bunlar tahtalar, taşlar ve sayısız papirüsler üzerinde bulunurlar. Tapınak duvarlarında, mezar odalarında, anı levhalarında, tabutların, çekmecelerin üzerinde bulunurlar. Mısırlılar eski ulusların yazmayı en çok sevenlerindendir.
Hiyeroglif Nasıl Yazılıp Okunurdu?
Mısır yazısı, çoğu nesnelerin resimleri olduğundan, rahatlıkla ayırt edilebilen 700'den fazla işaretten oluşmuştu. Her bir işaret ,özel bir nesneyi, belli bir sesi temsil ediyordu. Hiyeroglif yazısı soldan sağa ya da aşağıdan yukarıya yazılabilirdi. Hayvanların ya da insanların yüzleri sola dönükse soldan sağa,sağa dönükse sağdan sola okunurdu.
Ne İle Yazılırdı?
Yazıcılar ,mürekkep ve fırça kullanarak papirus denen sazlardan yapılmış özel bir çeşit kağıda yazı yazarlardı. Ayrıca ostraka olarak bilinen kırık çömlek parçalarının üzerine de yazarlardı.
Mısır hiyeroglif yazısı son derece karmaşıktı.Yazıcı adı verilen kimseler,okumak ve yazmak için özel olarak eğitilmişlerdi.Bu becerileri onlara güç ve saygınlık kazandırıyordu. Yazıcılar tapınaklarda ya da devlet yönetiminde iyi işlere girebiliyorlardı. Çoğunluk vergi de ödemiyordu.
Daha sonraları Mısırlılar,hiyeroglif yazısının daha kolay bir uyarlaması olan 2 türlü steno yazı geliştirmişlerdir. Hiyeroglif yazısı ise, tapınaklardaki ve kamusal yapılardaki kayıtlarda kalmıştı. Mısırlılar,bir yazı biçimi bulan en eski uluslardan biridir. Onların "alfabeleri" bizim bugün kullandığımız gibi harflerden değil, resim ve işaretlerden oluşmuştu. Mısır yazısına "kutsal yazı" anlamına gelen hiyoroglif adı verilirdi.Bu isim Mısırlıların, yazı yazma yetilerinin onlara ilim Tanrısı Tot tarafından verildiğine inanıyor olmalarından kaynaklanıyordu. Firavun adları kartuş adı verilen oval bir çerçevenin içine yazılırdı.

Mısır Hiyeroglif Yazısı

Mısır hiyeroglif yazısı, birbirinden kolaylıkla ayırt edilebilecek yüzlerce sembolden  oluşur. Her işaret belli bir sesi veya nesneyi temsil eder. Bu yazı soldan sağa veya sağdan sola ya da yukarıdan aşağı yazılabilir, okumak için ölçüt sembollerdeki insan ya da hayvan figürlerinin baktıkları yöndür. Mısır hiyerogliflerinde 700'den fazla işaret bulunmaktadır. Bu yüzden de okuma yazma oranı düşüktür. Çünkü hiyeroglif bir harf yazısı değildi. Bunlar için yazıcı adlı bir meslek vardı. Bu insanlar uzun bir eğitimden geçerlerdi. Ayrıca hiyeroglif öyle zor bir yazıydı ki sanat halini almıştı.
Kimi işaretler 1 harfe, kimileri 2, kimileri de 3 harfe bazılarıysa bir kelimeye karşılık gelir. Buna örnek olarak latin kökenli dillerde 'x' işaretinin Türkçedeki 'ks' harflerine karşılık gelmesi verilebilir. Ayrıca yazılan kelimenin anlamını güclendiren ve tamamlayan çizimler de vardır. Mesela bastonlu adam çiziminin yaşlı kelimesini tamamlaması gibi.
Bu yazım tarzı tapınak duvarlarında ve mezarlarda görülür. Bu tarzdan başka 3 yazım tarzı daha vardır. Bunlar daha çok papirüslerde görülür.
Hieratik : Hiyerogliflerin el yazısı hali olarak düşünülmelidir. Katipler ve rahipler tarafından kayıt tutmak için M.S. 300 e kadar kullanılmıştır.
Demotik : Çizimlerin daha basit olduğu demotik (yunanca demos - halk kelimesinden gelir) günlük yazışmalarda halk tarafından kullanılmıştır.
Koptik : Hıristiyan Mısırlıların (kıpti) yunan alfebesine yaptıkları 6 harflik ilaveyle oluşan yazı.